İYİ Parti Mersin Milletvekili Burhanettin Kocamaz, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda görüşülen 215 sıra sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerine İYİ Parti Grubumuz adına söz aldı. Kanun teklifinin yenilenebilir enerji yatırımlarını teşvik etme ve madencilik sektöründeki bürokratik süreçleri hızlandırma gerekçelerine dayandırılsa da, aslında çevre ve toplumsal hassasiyetleri göz ardı ettiğini iddia ederek, “Kanun teklifi, her ne kadar ülkemizin yenilenebilir enerji yatırımlarını teşvik etmek ve madencilik sektöründe bürokratik süreçleri hızlandırmak gibi gerekçelere dayandırılmış olsa da geneli itibarıyla çevre hukuku, anayasal mülkiyet ilkeleri, kamu denetimi ve idari şeffaflık bakımından son derece sakıncalı düzenlemeler içermektedir. Teklifte yer alan maddeler yalnızca çevresel ve toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmekle kalmamakta, aynı zamanda Anayasa'yla güvence altına alınmış hak ve ilkeleri zedelemekte, kamu yönetiminde hesap verebilirliği ortadan kaldırmakta ve doğrudan hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Özellikle teklifin birçok maddesinde doğal kaynakların Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü eliyle özel sektör lehine sınırsız şekilde tahsisini kolaylaştırmakta, böylece kamu yararını gözeten denetim, izin ve halk katılımı süreçleri işlevsizleştirilmekte ya da tamamen ortadan kaldırılmaktadır” ifadelerini kullandı.
“ÇED RAPORLARI FORMALİTEYE DÖNÜŞTÜ”
Teklifle Çevresel Etki Değerlendirme yani ÇED raporlarının yerli ve yabancı şirketler için âdeta bir formaliteye dönüştürüldüğünü savunan Kocamaz, “Maden ve benzeri yatırımlarda ÇED raporlarının yeterince incelenmeden verilmesi, özellikle ormanlık alanlarda tarım arazileri, zeytinlikler ile su kaynakları üzerinde geri dönüşü olmayan çevre katliamlarına yol açacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun teklifiyle çevre ile uyum teminatı uygulamasına son verilmiş, bunun yerine "rehabilitasyon bedeli" adı altında yeni bir ödeme yükümlülüğü getirilmiş, "rehabilitasyon bedeli hesabı" adıyla kamu bankaları nezdinde bir fon sistemi tanımlanmıştır. Bu fonda birikecek olan paraların kullanımı ise aralarında 4 Bakanın da yer aldığı Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlığında oluşturulan bir kurulun takdirine bırakılmıştır. Kurul sadece fon konusunda değil, stratejik ve kritik madenlerle üstün kamu yararı kapsamında ÇED konusunda da karar alabilecektir. Kurulda yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, üniversiteler ve çevre bilim insanlarına hiçbir şekilde yer verilmemiştir. Bu durum da çevresel karar alma süreçlerinin tek merkezli bir yapıya devredilmesi, dolayısıyla toplumsal ve bilimsel denetimin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Teklifte devlet ormanlarında madencilik faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin izin süreçlerinde çevrenin tahrip edilmesi yönünde köklü bir değişikliğe gidilmektedir. Düzenlemeyle Orman Genel Müdürlüğü tarafından ormanlık alanlara bedelsiz olarak izin verilmesi âdeta zorunlu hâle getirilmekte, bu izinler yatırımcılara devredilerek özel şirketlerin devlet ormanlarında hak sahibi olabilmesi ve ruhsatlandırılması mümkün kılınmaktadır.
“BU UYGULAMA ANAYASA İLE ÇELİŞİYOR”
Bu uygulamanın Anayasa’nın 169'uncu maddesiyle açıkça çeliştiğini ifade eden Kocamaz, “Anayasa’nın söz konusu maddesi ormanların devlet eliyle yönetilmesini, tahsis ve tahrip edilmemesini, özel şahıslara devredilmemesini açıkça hükme bağlamıştır. Düzenlemeyle fiilen kamu eliyle özel sektöre tahsis rejimi kurulmakta, böylece Anayasa’nın amir hükümlerinin arkasından dolanılmaktadır. Böylece ormanlık alanlarla birlikte sit alanları, turizm bölgeleri, mera ve sulak alanlar da fiilen maden sahasına açılabilmektedir. Bu düzenlemede işin en vahim olan yanı ise ormanlar dâhil olmak üzere bazı hassas alanlar için resmî kurumlara ÇED süresince en geç üç ay içerisinde görüş bildirme zorunluluğu getirilmekte, bu süre içerisinde görüş bildirmeyen kurum olumlu görüş bildirmiş yani izin vermiş sayılmaktadır. Bu durum Anayasa’nın 125'inci maddesinde öngörülen idari işlemlerin hukuka uygunluk denetimi, idarenin hesap verebilirliği, yetki ve genellik ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bu uygulama sadece çevre tahribatı açısından değil, aynı zamanda kamusal mülkiyetin özelleştirilmesi ve doğal varlıkların metalaştırılması bakımından da ciddi sakıncalar barındırmaktadır. Değerli milletvekilleri, teklifle "stratejik ve kritik maden" kavramları mevzuata ilk kez sistematik olarak dâhil edilerek ve bu nitelikte sayılan madenler için acele kamulaştırma yolunun da önü tamamen açılmaktadır. Düzenlemede stratejik ve kritik sayılacak madenlerin neler olduğu açık ve aleni biçimde yazılmamış, bu takdir yine Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurulacak olan kurula bırakılmıştır. Bu uygulama, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın rızası dışında topraklarından edilmesi riskini doğurmaktadır. Arazi mülkiyeti bu bölgelerde yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve kimliksel bir değere sahiptir. Ayrıca, "stratejik ve kritik maden" adıyla getirilen bu düzenleme, idarenin sınırsız ve belirsiz takdir yetkisi kullanmasına, özel mülkiyetin hukuki güvenliğinin ortadan kalkmasına ve kamu gücünün siyasal amaçlarla kullanılmasına, yer altı madenlerimizin açıkça başka ülkelere peşkeş çekilmesine kapı aralamaktadır. Ülkemizin stratejik ve kritik madenlerini kimlere ya da hangi ülkelere, hangi akıl ve hangi yetkiyle nasıl bir söz verdiniz, çıkıp buradan milletimize açıkça söyleyin” şeklinde konuştu.
“BÜROKRATLAR İLE KÖYLÜLERİMİZ KARŞI KARŞIYA GETİRİLMEMELİDİR”
Birinci bölümde yer alan bir başka düzenlemede maden ruhsatlarının ihaleye açılması hususunda hangi sahaların ihaleye konu edileceği yetkisi tek başına Maden ve Petrol işleri Genel Müdürlüğü uhdesine bırakıldığına dikkat çeken Kocamaz, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Bu durum kamusal doğal kaynakların hangi gerekçeyle, ne zaman ve kimlere tahsis edileceği konusunda idarenin sınırsız takdir yetkisiyle donatılması anlamına gelmektedir. Maden sahaları kamuya ait stratejik doğal kaynaklardır. Bu kaynakların tahsisi sürecinin belirli kurallar ve şeffaflık ilkesi çerçevesinde yürütülmesi gerekirken, getirilen düzenlemeyle ihaleye açılacak alanların belirlenmesi tamamen idarenin keyfî kararlarına bırakılmaktadır. Bu yetkinin sınırları belirlenmemiş, objektif kriterler öngörülmemiş, kamu denetimi mekanizmalarına yer verilmemiştir. Bu da kamu gücünün denetlenemez ve hesap sorulamaz bir alan hâline gelmesine yol açacaktır. Değerli milletvekilleri, zeytinliklerle ilgili düzenlemede özellikle kömür madenciliği için ihtiyaç duyulan ve üzerinde zeytin ağaçları olan arazilerin maden işletimine açılması amaçlanmaktadır. Buna göre, zeytin ağaçlarının öncelikle aynı ilçe ve il olmak üzere başka bir araziye taşınması, zeytin ağaçlarının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda ise maliklere hazine arazilerinin rayiç bedel üzerinden kiralanması ve üzerine eş değer oranda bahçe kurulması hedeflenmektedir. Ayrıca, bu düzenlemeyle 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu fiilen yok sayılmaktadır. İlgili kurumların ÇED konusunda olumlu yönde görüş bildirmemeleri durumunda Cumhurbaşkanlığı Yardımcısına bağlı kurul burada da devreye girerek "üstün kamu yararı" adı altında maden şirketlerine izin verecek ve zeytinlikler talan edilecektir. Ayrıca, Mersin gibi birçok il ve ilçemizde zeytin kanunu dikkate alınmayarak asırlık zeytin ağaçları özel ya da kamu alanında olup olmadığına bakılmaksızın orman alanlarına dikilmiş olduğu gerekçesiyle Orman Genel Müdürlüğü tarafından kesilerek yok edilmektedir. Şu anda âdeta katliama dönen zeytin ağaçlarının kesim işlemleri, geçimini zeytin ve zeytinyağı üretiminden sağlayan ve başkaca hiçbir geliri olmayan köylüler için büyük bir mağduriyete dönüşmüştür. Hâlbuki birkaç yıl önce aynı Bakanlık orman vasfını yitirmiş alanlara zeytin ekilmesi amacıyla tahsisler bile yapmıştır. Şimdi ise, hazır yetişmiş 60-70 yaşındaki ağaçlar kesilerek zavallı köylülerimizin ekmeğiyle oynanmaktadır. Adama sorarlar: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Zeytin zaten bir orman ağacıdır. Köylülerimizin talebi, bu bölgelerin orman alanlarında zeytinlik olarak muhafaza edilmesi, olmuyorsa ormanlık alandan çıkarılarak doğrudan satış ya da ecrimisil yoluyla vatandaşlara tahsis edilmesidir. Unutulmasın ki zeytin ekonomiye katkı sağlayan ve kolay kolay yetişmeyen bir ağaç türüdür. Ayrıca, bu ağaçların kesilmesi zeytin kanununa da aykırı bir durumdur. Bu konuda acilen bir düzenleme yapılmalı, bürokratlar ile köylülerimiz karşı karşıya getirilmemelidir.”